Türkiye dünyanın en güçlü kaçıncı askeri gücü ?

Abdurrazak

Global Mod
Global Mod
Kişisel Bir Bakış: Güç Sadece Silahla Ölçülmez

Küçüklüğümden beri askerî törenler, savaş filmleri ve tarih kitapları ilgimi çekmiştir. Ancak yaşım ilerledikçe fark ettim ki, bir ülkenin askerî gücü yalnızca tank, tüfek, uçak sayısıyla değil; ekonomik dayanıklılığı, teknolojik kapasitesi, diplomatik ilişkileri ve halkının moral gücüyle de ölçülüyor. Türkiye’nin bu konuda nerede durduğu meselesi de tam olarak bu çok katmanlı bakışla değerlendirilmesi gereken bir konu.

Son yıllarda uluslararası kuruluşlar, savunma analiz merkezleri ve Global Firepower (GFP) gibi bağımsız sıralama platformları Türkiye’yi dünyanın en güçlü ilk 10 ordusu arasında gösteriyor. 2025 itibarıyla GFP verilerine göre Türkiye, 145 ülke arasında 8. sırada yer alıyor. Ancak bu sıralama, her zaman gerçeği tam olarak yansıtıyor mu?

Güç Sıralamalarının Arkasındaki Gerçekler

Global Firepower gibi kurumlar ülkelerin askerî kapasitelerini değerlendirirken; personel sayısı, savunma bütçesi, kara, hava ve deniz kuvvetlerinin donanımı, lojistik kapasite, doğal kaynaklar ve coğrafi konum gibi 60’tan fazla faktörü hesaba katıyor. Türkiye, yaklaşık 900 bin aktif ve yedek personel, 2 binden fazla tank, binlerce zırhlı araç, modernize edilen hava filosu ve büyüyen savunma sanayisi ile bu sıralamada güçlü bir yer ediniyor.

Ancak bu listelerde yer almak, mutlak bir üstünlük anlamına gelmiyor. Örneğin Rusya ekonomik yaptırımlar altında ordusunu sürdürülebilir şekilde finanse etmekte zorlanırken, Japonya barışçı anayasasına rağmen teknolojik ve ekonomik olarak dünyanın en ileri savunma sistemlerinden birine sahip. Bu da gösteriyor ki “güç”, salt askerî nicelikle değil, nitelikle de ilgilidir.

Türkiye’nin Askerî Gücünün Temelleri

Türkiye’nin askerî gücü, NATO üyeliğiyle kazanılan stratejik pozisyon ve coğrafi avantajla destekleniyor. Ülke, Avrupa, Asya ve Orta Doğu arasında bir köprü işlevi görüyor. Ayrıca ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN gibi yerli savunma sanayi devleri, Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtarmaya yönelik önemli adımlar atıyor. Özellikle Bayraktar TB2 ve AKINCI gibi İHA/SİHA teknolojileri, Türk ordusuna modern çatışma alanlarında ciddi üstünlük sağladı.

Bununla birlikte, Türkiye’nin savunma sanayi ihracatı 2024’te 5 milyar doların üzerine çıkarak tarihî bir rekor kırdı. Bu durum, sadece askeri kapasite değil, teknoloji üretim kabiliyeti açısından da ülkenin bölgesel bir güç olduğunu gösteriyor.

Zayıf Noktalar: Ekonomi, Eğitim ve Sürdürülebilirlik

Her güçlü yönün ardında geliştirilmesi gereken alanlar vardır. Türkiye’nin askerî potansiyelinin önündeki en büyük risk, ekonomik istikrarsızlık ve beyin göçü. Askerî üretim için gerekli olan yüksek teknoloji bileşenlerinin bir kısmı hâlâ ithal ediliyor. Bu durum, hem maliyetleri artırıyor hem de dış politik baskılara açık hâle getiriyor.

Bir diğer sorun ise insan kaynağı eğitimi ve stratejik planlama. Modern savaşlar artık cephede değil, siber uzayda ve bilgi alanında yürütülüyor. Bu noktada Türkiye’nin savunma stratejilerinin yalnızca fiziksel güce değil, yapay zekâ, siber güvenlik, veri analitiği ve psikolojik harp unsurlarına da yatırım yapması gerekiyor.

Kadın ve Erkek Perspektiflerinin Denge Noktası

Askerî konular genellikle erkek egemen bir alan gibi görülür; strateji, güç ve planlama kavramları çoğunlukla “erkekçe” niteliklerle ilişkilendirilir. Ancak bu bakış eksik bir resim sunar. Erkeklerin analitik ve çözüm odaklı düşünme biçimleri kadar, kadınların empati temelli, insan ilişkilerini gözeten yaklaşımları da askerî karar mekanizmalarında giderek daha önemli hâle geliyor.

Örneğin, Birleşmiş Milletler’in “Kadın, Barış ve Güvenlik” raporları, kadınların barış müzakerelerine katıldığı süreçlerde anlaşmaların yüzde 35 oranında daha kalıcı olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kadın subay sayısı hâlâ düşük olsa da, son yıllarda Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nde görev alan kadın komutanların artışı bu dengeyi sağlama yönünde umut verici.

Toplumsal ve Politik Boyut

Askerî gücün toplumsal algısı, Türkiye’de tarihsel olarak “ulusal gurur”la iç içe geçmiş durumda. Ancak eleştirel düşünmek gerekirse, bu gururun zaman zaman siyasal söylemlerle araçsallaştırıldığı da görülüyor. Gerçek güç, yalnızca askeri gösterilerle değil, adalet, ekonomi, eğitim ve diplomasi alanlarındaki başarıyla da desteklenmeli.

Askerî harcamaların artışı, sosyal yatırımları gölgede bıraktığında bu güç sürdürülebilir olmaktan çıkar. Savunma bütçesi 2025 itibarıyla GSYH’nin yaklaşık %2,3’üne denk geliyor. Bu oran NATO ortalamasıyla uyumlu olsa da, ekonomik zorluk yaşayan bir ülke için ağır bir yük anlamına gelebilir.

Sonuç: Güç Sıralamasından Öteye Bakmak

Evet, Türkiye dünyanın en güçlü ordularından birine sahip — ama asıl soru şu: Bu güç ne için kullanılıyor ve nasıl sürdürülecek?

Bir ülkenin askerî gücü, halkının refahı, kurumlarının şeffaflığı ve yöneticilerinin stratejik vizyonuyla anlam kazanır. Eğer bu üç unsur dengede değilse, en modern silah bile uzun vadede caydırıcılığını yitirir.

Güçlü orduların hedefi savaşmak değil, barışı korumaktır. Türkiye’nin önündeki asıl sınav, askeri kapasitesini bölgesel istikrar, insani diplomasi ve teknolojik yenilik için bir kaldıraç hâline getirebilmekte yatıyor.

Okuyucuya Soru

Türkiye’nin askerî gücü sizi daha güvende mi hissettiriyor, yoksa ekonomik ve sosyal dengesizlikleri derinleştiriyor mu?

Gerçek güç, korku uyandırmakta mı yoksa güven inşa etmekte mi yatıyor?

Bu soruların cevabı, yalnızca askerî analistlerin değil, hepimizin ortak düşüncesine bağlı.